Moskova

24 Aralık 2012






   Puslu bir İstanbul sabahında henüz tanyeri ağarmamıştı. 08.40'da İstanbul- Moskova uçağı için havalanında kadim dostum Sayın Özgener'le bir önceki geceden arkalı önlü check-in yaptırdığımız biletlerimizi almak için kontuar'a doğru , sakin ama kararlı bir şekilde yürüyorduk. 11 gün sürecek olan Rusya seferine Tarık Mengüç'le birlikte merhaba demiştik. Gerçi o hala '' uçan sabri '' nin etkisinden kurtulamamış gibi gözükse de , birlikte pasaport kontrolunden geçtik. Günün ilk ışıkları içeriye vurmadan görevlinin Mengüç'e sorduğu - albüm var mı ?- sorusuna Mengüç, bir Sulukule adabıyla '' hayır '' diyerek , meraklı bayanı bir süreliğine de olsa merağını dindirmişti. Her neyse aslında seyahat, Murat özgener'in bana olan antipatısinden olsa gerek bende ki sorumluluğu bir nebze de olsa arttırmıştı. Uçağa bindiğimizde '' Vnukovo '' havalimanın ,bir  Dadaş havalimanı kadar etkiye ve büyüklüğe sahip olacağından habersizdik. Türk vatandaşları için aslında kıyak ülkelerden biri Rusya. Vize sıkıntısının olmadığı bir ülke olması hasebiyle burayı bize fazlasıyla çekici kılmıştı. Moskova'ya iner inmez 5 gün sonra uçacağımız Sankt petersburg'a olan uçak biletimizi değiştirmek için, ''Transaero'' adlı firmaya doğru yol almak için üst kata çıkmıştık. Zaten bu şehirde dil sıkıntısı çekeceğimizin habercisiydi bu bilet değiştirme macerası. Furkan ve benim Rusca'ya olan antipatimizden dolayı hiç öğrenme hevesinde de değildik. Hostel rezervasyonumuzu yapmıştık. Tnt Hostel'de beş gün konaklayacaktık. Vnukovo'dan 320 ruble karşılığında Kievskaya metro istasyonuna 35 dakika süren bir yolculuğun ardından varıp, meşhur Moskova metrosuna binerek Hostel'e doğru yol alıyorduk. Metroda ki istasyonlarda Rusca yazdığından dolayı okumakta zorlandık. Hostel'e varmamız bir saati buldu. Kremlin'e 7-8 dakikalık bir yürüme mesafesinde. Eşyaları bırakıp kendimizi sokağa attık. Hava artı ile eksi arasında gidip geliyordu. Ama yürüyorduk. Bardamu gibi. Azil gibi. Bolşoy Tiyatrosu hemen sağımızda belirivermişti. Bir fotoğraf çekinip, alt geçitle karşıya geçtik. Karnımız aç olduğundan dolayı ve saatin 4'e yaklaşmasından dolayı sadece söyle bir sehri keşfetme maksadıyla yürüyorduk. Kızıl meydan'da '' food court'a '' kendimizi attık. Furkanın pek haz etmediği bir olay olan fast food zinciri '' Kfc'de '' ilk yemeğimizi yedik. Food Court'da hakikaten çok ince düşünülmüş bir olay. St. Basil Cathedral'ine hayran kaldık. Daha doğrusu biz onu değil. soğan kubbeleri sevdik. Rengarenk görünüşünün yanında bir o kadar da ciddi bir yapı. Hem renk katıyor, hem de ben buradayım diyor. Ardından Arbat caddesine doğru yürümeye başladık. İstiklal'ın yanında sönük kalan bir cadde. En azından büyüklük anlamında. Cinnabon'da kendimizi bir anda bulduk. Furkan'ın akıcı Uygurcası beni büyüledi. Ve siparişi kolaylıkla verebildik. Moskova'da ki ilk günümüz olmasından dolayı pek de fazla yormadık kendimizi. Metro fiyatlarıda son derece makul. 30 ruble yani bir dolar. 12 hattan oluşan bu şaheser için gayet makul bir fiyat. Havayla ilgili ilk gün bir sorunumuz olmadı. Ayrıca Moskova güvenli de bir şehir. Her an karşınıza Türkçe konuşan biride çıkabilir. Hostel'e erkenden dönüyoruz. '' Yol yorgunuyuz abi bugün erken yatalım '' tarzı konuşmalarımdan dolayı ya da evcimen ruh halimden dolayı kendimizi hostele atıyoruz. Furkan bana göre yan yatağın üst ranzasında , Rusya'da ne yenir tarzı araştırmalarını yaparken ben de John Fowles'in Koleksiyoncu adlı romanını okuyordum. Gezilecek yerleri ben not etmiştim. Furkan'a yeme işini bırakmıştım. Bu arada Moskova'yı gün gün yazacağım daha sağlıklı olması açısından. Hostel'de ortam ilk gece için sönüktü yani bizle doğru orantılıydı. Rusların gece camı açacaklarından habersiz uykuya dalmıştık ...

0 yorum:

Yorum Gönder